top of page

Tevfik Fikret'in Enver Gökçe'ye Etkisi Üzerine Kısa Bir Deneme

Güncelleme tarihi: 16 Mar


Enver Gökçe'ye ait bir fotoğraf.
Enver Gökçe

Fotoğraf: İbrahim Demirel

Enver Gökçe'ye Saygı Gecesi


Yine öyle oturduğu yerde kendi içine sığınmış, kuytu bedeninden başka yeri olmayan derviş edasıyla sessiz, ağırbaşlı, olgun…

Gurbete düşmüş Eğin türküsü…

Yara almış umudun hüznü...

Oturduğu kuru sandalyesinden bizi izliyor. “Bizi hatırlayan dostlar da varmış demek…” diye geçiriyor içinden; hatta söylüyor. Duyar gibiyim. Metin Demirtaş elinden tutup sahneye çıkartıyor. Vecihi Timuroğlu gözlerinde, Munzur göğünden “gökçe” bakışlar tohumluyor. Sesim gömülü, sözcükler düğüm düğüm boğazımda. Bir uzun hava türküsünün yanık ezgisine ova içim. Öylece bir türkü oylumu gibi. Sonra işte; derin, içli, “çelik öfkeli uysal mavili” sesiyle Akdeniz edalı Metin Demirtaş: Konuklara tanıtılıyoruz…


2009’un 21 Mart’ı. Dünya Şiir Günü’nde Enver Gökçe’yi anıyoruz. 3 Temmuz 1980 yılında Metin Demirtaş’ın büyük çabalarıyla gerçekleştirilen Enver Gökçe’ye Saygı Gecesi’nden yirmi sekiz yıl sonra. Yine onun öncülüğünde, Antalya Sanatçılar Derneğinin katkısı ve çabalarıyla gerçekleşen Enver Gökçe’yi anacağız. Eğin’i, Eğin Türküleri’ni, devrimciliği, imeceyi, dayanışmayı, paylaşmayı, konuşmadan anlaşmayı, karşılıksız sevmeyi, sevginin almadan vermek olduğunu, kim için ve nasıl şiirler yazdığını konuşmak demek, Gökçe’yi anlatmaktır. Gökçe’ye bu açıdan bakılmalı. Bizim gördüğümüze gelince...


Bilinç ve Duyarlık Şairi Enver Gökçe ve Senfonik Şiiri


Gökçe, “bilinç ve duyarlık” şairidir. Şiirleri de Yaşar Kemal’in “Ben Enveri yakından tanıdım, büyük bir şiirin nasıl oluşturulduğuna tanık oldum” dediği “büyük şiir” (1). Orhan Süda ise, “Enver Gökçe harabelerde açan çiçeklerden güller devşiren devrimcidir. Ne çıkış noktasında ne de sonraları popülist (halk yardakçısı) şiirin kıyısından bile geçmemiştir. Sanatını devrime adamış şairlerimiz içinde bir mihenk taşıdır… Kendi başından geçenleri mızmız bir sesle, kendi kendini anlatan sigaralı, rakılı, bol sıkıntılı’ ya da popülizmin (halk yardakçılığı-ucuz halkçılık) batağına saplanmış sözde devrimci şiirler onun kitabında yer almaz. Bir evrenselliğin, yeryüzünün dört bir yanında hep beraber söylenecek büyük bir dünya senfonisinin bilinçli, yiğit ve usta işçisidir…” (2).


Senfoni!


Senfoni, onun şiirinin en belirgin özelliği. Çok sesli müziğe sahip. “Ben”in içindeki “biz”i “tekilin” içindeki “çoğulu”, “toplumsalın” içindeki “bireyi” anlatır. Kitleselleşen, kitleleri kendine çeken bir derinlik. Marksist düşünce estetiğinin yüksek “bilinç ve duyarlığını” taşır. Şiirlerinden anladığımız, bilimsel görüşün, yüksek duyarlık gerektiren şiir gibi üst dile sahip bir sanat kolunda etkili olmadığıdır. Genelde sanatın tüm alanları için söyleyebiliriz bunu. Duygunun, imgenin, şiir(in)deki müziğin, sözcük ekonomisinin… Bütün bunların bir estetiğinin olduğu ve sanat için olmazsa olmazlar arasında bulunduğunun bilincindedir. Dahası, insan, “akıl varlığı” olduğu kadar “duygu ve duyusallık varlığı” olarak şiirlerinde işlenmiştir. Bu “bilinç ve farkındalık”, yüksek bir duyarlıkla sözcük ekonomisi üst düzeyde şiir yazdıran bir ustalık kazandırmış. En bireysel duyguyu işlerken bile, genelin ortak yaşayışını duyurur bize. Kişisel yaşanmışlığın sığlıklarına yaslanmaz. Mızmızlanmadan, şiirsel müziği ve duymayı aynı sanatsal kaygının kaynağı sayar şiirinin. İnsanlar arasında sınır çizmez: Pertev Naili Boratav’la ne değin yakınsa, “Mürettip Hasan”a şiir yazacak kadar onu sahiplenir. “Duyguyla bilinci, duyarlıkla bilimselliği” aynı potada harmanlayıp yoğurur. Yeni bir öz ve biçemle sunar bize.


Gökçe'nin Şiir Kaynakları


Gökçe’nin şiiri, İlhan Başgöz’ün belirttiği gibi “…halk şiirinden divan şiirine, Nazım’dan Dedekorkut’a, masallardan tekerlemelere…” uzayan bir şiir gelişim sürecinden geçmiş bir şiir.

“…şiirleri dil ve yapısal özellikleriyle de kuşaktaşlarından kalın çizgileriyle ayrılır. Kuşaktaşları daha çok izleyici ozan görünümündedirler. Nazım Hikmetin yarattığı şiir geleneğinin izleyicileri…” Cemal Süreya’nın da belirttiği “Nazım Hikmetin çıkışını kendinden önceki bir Türk şairine bağlamak güç. (…) Onun şiiri Türk sanatı içinde yeni bir öz girişimi getirirken yeni bir biçimi de sunuyordu. Rus Füturistlerinin özellikle de Mayakovskinin izlerini taşır bu gelenek…” (3).


Gökçe, Nâzım çığırının sağladığı olanaklardan geniş ölçüde yararlanmış, yararlanmasına. Ne ki, onun şiirinin asıl kaynağı, bizim ekinimizdeki iç zenginliğimizden çıkar. Halk türkülerinde, Pir Sultan deyişlerinde, Köroğlu yiğitlemelerinde, masal örgelerinde, Karacaoğlan güzellemelerinde, halk ozanlarında, zengin çağrışımları barındıran deyimlerde, masallarda, destanlarda aranmalı. Bundandır, Gökçe, yaşayan ve insanla yenilenen şiiri yaratmış ve yazmıştır. “Büyük şiir”inde ustalaşmayı, ustaca söylemenin yolunu daha yirmili yaşlarında (23 yaşında) yakalamış. Bugünün Enver Gökçe’sini ve şiirlerini borçlu olduğumuz en verimli dönemi, topu topu yedi yıl. Ne ki, Gökçe şiirden, şiir Gökçe’den uzaklaştırılmakla kalınmamış, şiirden koparılmış. Şiir çağını Harbiye damları, sürgünler, zulümler, gözaltılar, uykusuz sabahlatılan geceler, karanlık zindanların soğuk taş duvarlı hücrelerinde aç ve susuz geçirmiş. Gökçe, tutukluluk öncesi (şiire başladığı yirmili yaşlar dönemi), tutukluluk sonrası (Yusuf İle Balaban Destanı’nı yazdığı Büyük Gözaltı/951 Tevkifatı dönemi) iki döneminin sonrasında yaşadığı bir de ara dönemi olmuş. Altmış bir yıllık yaşamı çileler, işsizlik ve yokluklarla geçti. Bunu dikkate almalı…


Büyük Gözaltı, 951 Tevkifatı


Yirmili yaşları, toplumsal bilincini kazandığı, onu düşünsel anlamda geliştirecek ve kültürel altyapısını oluşturduğu bu dönem, üniversite yıllarıdır. Devrimci düşünce ve derneklerle ilişkiler, sanat yaşamında yeni arkadaşlar, öğretmen öğrenci ilişkileri, dergicilik yılları bu dönemi kapsar. Savaşın cephesini belirlediği, safını seçtiği, halktan yana kararlı tavır sergilediği ilk dönemidir bu. Ardından, “951 Tevkifatı” olarak da bilinen “Büyük Gözaltı”nın yaşandığı dönemin ise en verimli olduğu, “Büyük şiiri” yarattığı ikinci dönemidir. 1940’lı yılları da içine alan ve bütün olumsuzluklarına karşın Gökçe’nin “büyük şiirini” yarattığı yıllara altyapı hazırlayan yıllardır, bu yıllar. 951 Tevkifatı’nda içeri alınmasıyla başlayan uzun süreli hapisliğinde, “Yusuf İle Balaban Destanı”nı yazacaktır. Bir yanda kararlı, dirençli, savrulmayan duruşuyla devrimci savaşımı çağırmakta, bir yanını şiir kuşatmış ve sarmalına almıştır onu. İkisi de birbirini desteklemiş ve geliştirmiştir.


1960 Devrimi’nin göreceli serbestliği, yeniden özgürlüğüne kavuşmasını sağlasa da Demirtaş’ın bir dizesinde dile getirdiği “İşsizlik, o en büyük hapishane” yakasını bırakmadı hiç. Sirkeci’nin ucuz ve soğuk otellerinde geçen parasız, aç susuz, iyi beslenemediğinden zayıf düştüğü yıllar… Tutukluluk sonrası gelen işsizliğine, büyük yaratıcı yalnızlığının eklendiği bu zor günler, daha sonraki sanat yaşamında ve şiirinde de etkisini gösterecektir. Kaynağında, “şairin hayatı şiirine dâhildir” ve şiir bitmeyen çileli bir ömrün kendisi. Gökçe’nin son dönem şiirleri değerlendirilirken, şiirden uzaklaştırıldığı bu ara dönemin de iyi incelenmesi gerek. Bu dönem, “büyük şiirin” gelişmesini engellemekle kalmamış, Gökçe’yi yaşama da küstürmüş. 1960’lardan sonra ve son dönemlerinde yazdıklarıysa öncesinde yakaladığı “büyük şiir”in gerisinde kalan şiirler. Ne ki, bütün bunlar onun halk ozanlığına ve şiirinin büyüklüğüne, gölge düşürmedi hiç.


Gökçe’de Tevfik Fikret Etkisi


Araştırmalarda edindiğim bilgiler ve Gökçe üstüne yeni yayınları okudukça, onun şiirine kan taşıyan atardamarlarından birinin Tevfik Fikret’in şiiri olduğunu gördüm. Yaptığım inceleme ve araştırmalarım, dil içi çevirisini gazeteci-yazar Orhan Karaveli’nin yaptığı ve “Bugünün Diliyle Tevfik Fikret Şiirleri” adlı yapıtı ile “Enver Gökçe Bütün Şiirler” (Evrensel Basım Yayın, 2001) adlı yapıtı, aynı anda karşılaştırmalı okurken, Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim” (Eski Çağlar Tarihi) şiiri ile Enver Gökçe’nin “Kirtim Kirt” şiirinde, düşünsel bir akrabalığın, birbirlerine yakınlaştıran canlı bağların, kimi çağrışım benzerliklerinin olduğunu fark ettim. Farklı çağ ve dönemlerde yaşamış ve bu şiirleri yazmış olsalar da onların, ortak aklın ülküsünde çağları aşıp gelen buluşmaları hiç bitmeyecek. Her ikisi de uzun geçmişi, zengin geleneğiyle Türk şiirinin sönmeyen ve yüzlerce yıl sonra da parlayacak yıldızları. Sözünü ettiğim benzerliklere gelirsek. “Tarih-i Kadim”de Fikret, şöyle sesleniyor:


(…)/Çiğneyen haklı, çiğnene ayıp,/Kahra alkış, gurura secde; bağış,/Zayıflık ve alçaklıkla daima eş;/Doğruluk dilde –yok- dudaklarda;/İyilik ayaklarda,  kötülük kucaklarda./Bir hakikat: zincirin hakikati;/Bir hitabet: kılıcın hitabeti;/Hak güçlünün; demek kötünündür,/En açık hikmet: ezmeyen ezilir!/Her şeref yapma, her saadet piç;/Her şeyin başı da sonu da hiç;”


Fikret’in (d. 1867 - ö. 1915) ölümünden beş yıl sonra doğacak olan Enver Gökçe (d. 1920 - ö. 1981), yaklaşık kırk yıl sonra Büyük Gözaltı (951 Tevkifatı) sürecinde yazdığı “Yusuf ile Balaban Destanı’ndaki “Kirtim Kirt” şiiri, Fikret’ten etkileriyle Gökçe’de, şöyle buluyor yankısını:


"Demek bu hayat,/Önce sana bana yük/Demek su kimin/Toprak kiminse/Motor, elektrik ve ışık kiminse/Demek sultan odur./Demek insan bölük bölük./Yaşıyorsan ölüyorsun demek.”


Gökçe, şiirinin gelişimini sağlayan Divan şiirinin estetiğine, halk şiirinin türküleşen özüne, Nazım’ın devrimci yanına, Dedekorkut’taki yalınlığa ve saflığa, masallardaki mitolojik derinliğe, tekerlemelerin ardında barındırdığı yalınlığa ve mizaha/alaysamalara, Fikret’in aydınlanmacı, yenilikçi tavrını da eklemeyi başarmış. Şiirini hem içerik hem de düşünsel anlamda; yerelden ulusala, ulusaldan evrensele taşımış.


Tevfik Fikret'e ait bir fotoğraf.
Tevfik Fikret
Sonuç…

Şairler bu yanlarıyla birbirlerini geliştirirler.

Gökçe, ömrünün son dönemini bir huzurevinde geçirdi. 1981’in 19 Kasım’ında, öldüğünde yeğeninin evindeydi.

Şimdi kırk dördüncü yılındayız sonsuzluğa gidişinin. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.


İyi okumalar…




KAYNAKÇA:


1)    Eskimiyen. Ölümünün 40’ıncı yılında Enver Gökçe üzerine hatırlatmalar. Erişim adresi: https://eskimiyen.com/olumunun-40inci-yilinda-enver-gokce-uzerine-hatirlatmalar

2)   Şiirimizin Işıklı Kaynağı Enver Gökçe”. Derleyen: Mehmet  Özer.  Orhan Süda, “Enver Gökçe.” Evrensel Basım Yayın, Birinci Baskı Şubat 2006.

3) a. g. y. Alıntı: Mehmet Ergün’ün “Enver Gökçe Şiiri” yazısından.

Komentarze

Oceniono na 0 z 5 gwiazdek.
Nie ma jeszcze ocen

Oceń
Sarma Dergileri

Sosyal Medyada

Mucizelere Tanık Olabilirsiniz

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Twitter

Mucizelere İnan

Gerçek Olsunlar

Her alandan yazarların buluştuğu Mucize Dergi'de hikayeler, makaleler ve ilham dolu içeriklere göz atın. Kendi yazınızı payla

© 2025 by Mucize Dergi

Moda yayılır

Yolculuğumuza Siz de Dahil Olun!

Mucize Dergi’de her fikir değerli, her ses duyuluyor. Aramıza katılın ve bu yolculukta birlikte yürüyelim!

Aramıza Katıldığınız için Teşekkürler :)

bottom of page