Bir Eski, Eski Zaman Kraliçesi
- Ali Ekber Ataş

- 23 Haz
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Haz

*bir eski eski zaman kraliçesi
anakadın ve yaralı hitit yontusu
bir destanbaba’nın 7 Nisanı’na
Çarşamba'ydı. Ayın on beşi. Alabildiğine sıcak. Sırtını denize dönmüş dükkânlar, araç trafiğine kapalı Kartal’ın tek bilindik, ünlü bankalar caddesi. Yoğun kalabalık…
bankamatik kuyruğunda sıradayım. Önümde, sarı saçlı, yüzünü göremediğim bir kadın. Hemen yanı başında tanıdık bir ses. İncelikli… Saygılı… Sevecen… Bankaya girerken selamlaşıyorlar: ''Merhaba öğretmenim, nasılsınız?'' diye soruyor. El uzatıp tokalaşıyorlar. Adamın yanında Sümerlerin son kraliçesi bir anakadın. Bir eski zaman, tarih öncesi bir dost ülke. Hitit tabletlerine kazınmış destanbaba yanında. Eski ve sımsıcaktı sesi. Yüzünde kederden bir örtü. dudaklarında buruk, kırık, hüzünlü gülümseme öğretmene karşı (ve beni gördü mutlak, o anlık bakışmada bin yılı geçti zaman, sayın ki…) Gözlerinde bir dostu kaybetmenin, dahası “dostum” deyip de sarıldığı birinden yüreğinde açtığı yaranın, yansıyan derin kederi yüzünde…
İncitilip kırılan duyguların öfkeli bakışları. Derinlerde bir yerlerde, içine akıttığı acısıyla soruyor bakışları:
''Neden ali bey?''
Bir yanıt veremedim.
Güneşten kopan koca bir güzül kütle düştü içime, bu yaz sıcağında gözlerimden. Karnıma, sedef kakmalı sürmene işi bir bıçak gibi saplanan bir ağrı. Dağ ütüne dağ. Kafamın içindeki kaf kaf’ın ardındaki madımak… Yüreğimde kül yontular…
Adamın yanında bir anakadın. Saçları kızıl. Yüreği, yüzünde koca bir yara. Koca bir öfke avuçlarında. Hem ağlıyor hem kanıyor. Bereketana. Anadolulu kibele. Ya da Sümerlerin son anakadını. Kül tabletlerin, ilk ve gülümseyen son sesi… Tabletlere kazınmış ağıt. Türkülere yakılmış hüzün. Yakımları içinde… Dışında.. Ellerinde… Gözlerinde… Yüzünde… Kızıl saçlarının diplerinden kanıyor… Tütüyor, yanıyor, son kraliçesi Sümerlerin… Tarih öncesi varlık… Koca bir tarih acı… Çocuksu… Sesinde acının yangın hâlleri… Anaç ve dingin… Bütün acıların ülkesi olmuş gövdesiyle, yeşertili bir sevinç saklıyor yine de kendisinde.
Koca bir dünya kadınana. elleri kibele kadar eski. Çok ve keder ülkesi sanki. Memeleri kibele’den ikizler. Bereketli ve kalabalık. seni emzirirken, bir yerlerin ağrıdığında, yahut yandığında canın, göğsüne bandırışını gördüm, seni… Yüzünde koca bir gülüş. Sana bakarken gururlu, övünçlü. Anneliğinin ilk hecesi. Gülün ilkyazı. Kibele gövdesinden göverip ak pak, sarı sıcak gülen papatyası. Yüzünde belli belirsiz bir kümülüsün gölgesi. Gülüşünün üstüne üstüne…
Böyle anlarında seni sarışı, bağrına basışı, kollarına alışı anadolu göklerini kaplamış karakartallara karşı açtığı savaş hâli… Tek başına bir ordu… Koca bir sığınak… Kalbi, ciğerleri, gözleri, bakışları, elleri hep sen dolu ve hep sen olan anakadın…
Tarih öncesinin ilk anakadın’ı ve sen ilkmeyvesi. nesneye ilk biçimi veren hünerli ve maharetli ellerin, ilk ve sonsuz eseri. O gün bugündür yaşıyor anakadın. Yaşı belli değil. Acısı yoğun, parmak uçlarından damlıyor. Dudaklarında cam kırığı bir gülümseme, belli belirsiz. Eksik heceli. Hançeresinde solduran kederli bir mevsimdi sesi: Kırık sesler diyarı. Yüzü say ki hep ağlamak hâli. Her yanında bir başka yangın ve destanbaba’nın kasımpatı baharısın…
O yangının ilk kıvılcımı ben. O gün ordaydım. Yan yana. Karşı karşıya. Ya da bir iki adım arkamdaydılar. Enseme odaklı keskin iki çift göz. Kederli… Derin… İnce düşüncelerin bakışları. Yüzyıl süren, saniyenin milyon kerede biri, anlık bakışmalar. Temmuz'un yanı başında bir koca karakıştı. Zemheriydi. Buzul çağıydı yaşadıklarım… Karnımın altına saplanan ağrılarla uzaklaştım oradan… O gün bugündür yaşamıyorum. Bitkisel hayat desek…
Şimdi en yakın arkadaşım, yani dostluğuyla sinsi, yakınlığıyla derin kuyu, sovuk mu sovuk karanlık…
Canımın en bilinmedik, en ücra yerlerinde, beynimin keşfedilmemiş sokaklarını istila etmiş…
Hem can düşmanım hem beni bu azaptan kurtaracak dostumu bekliyorum…
Yani…
Bağışla beni…




Yorumlar