top of page

Yalnızlığın ve İnsanlığın Öyküsü: Yıldızlara Yükselen Ruhlar

Yıldızların gölgesinde bir çift.
Yıldızların Gölgesinde Bir Çift

Yıldızların Gölgesinde Başlayan Bir Hikâye


Adın herhalde Korese’ydi. Gözlerini ilk açtığında aslında yeryüzünün (bazı kendini bilmezlerin gökyüzü de dediği) havada asılı olan okyanusu aydınlattığını bilmediğin için hemen yere bakmıştın. Heyhat, ilk gördüğün şey dizlerinin üstünde yatan bendim. O anda çantası bir kedi tarafından istila edilmiş, bu yüzden de kütüphanede hapsolmuş birisi gibi irkilip, ‘‘Sen de kimsin?’’ demiştin.


‘‘Ben,’’ demiştim, ‘‘ben senin kocanım.’’

'‘Kocam mısın?’’

‘‘Evet, yaratılma amacın sadece buydu zaten,’’ demiştim, ‘‘insanın yalnız kalması iyi bir şey değilmiş.’’

‘‘Gerçekten onca yıl yalnız mıydın?’’

     

Doğrulup şaperonumuz olan ağaca yaslandım. Elimle ufuktaki bir dağı işaret etmiş, sonra da o dağın ve o dağdan yıldızlara yükselen kadınların hikâyesini anlatmıştım. Sen de o kadınların kimden kaçtığını sormuştun.

'‘Yalnız, yapayalnız bir adamdan kaçmışlardı.’’

     

Çenemi dizlerimin üstüne koyup, ‘‘Bazen insan o kadar yalnız kalıyor, o kadar yalın yürüyor ki,’’ demiştim, ‘‘Allah’ın sesini bile iç sesinden ayıramayacak hale geliyor.’’


Kendini tutamayıp, ‘‘Adama n’olmuş?’’ diye sormuştun. Ben de adamın batıdaki okyanusun ötesinden düşüp evrenden kaçmak için bir gemi yaptığını, yolculuğunun sonlarına doğru buzları kırarak kendisine yardım eden bir güvercini sebepsiz yere vurduğu için sonsuza kadar lanetlendiğini söylemiştim.

    

‘‘Söylenenlere göre,’’ demiştim, ‘‘artık okyanusların bir sınırı yok. Senin anlayacağın burası sonsuza kadar bizim evimiz ya da hapishanemiz olacak.’’

Sen de artık konuyu değiştirmeye çalıştığımı fark etmediğin için üsteleyip, ‘‘Peki adamın laneti neymiş? Zaten kendi gölgesine âşık olacak kadar yalnız olan ruhsal bir cüzzam daha ne kadar lanetli olabilir ki?’’


'‘Adam ölecekmiş, kadınlar da o yüzden yaratılmış zaten. Ölmeden önce insan on iki evladının yüzlerini, erkekliklerine baksın; bir şekilde hayatta kaldığını görerek avunsun diye.’’


'‘Bir dakika,’’ demiştin, ‘‘adam evrenden kaçarak ölmeyi istemiyor muydu zaten?’’

‘‘Ölümle yok olmak aynı şey değildir kızım. Ölüm yalnızlığın bitişi, yok olmak ise benliğin enflasyonu... İnsanın payına düşen hep başkasıdır yani.’’

‘‘Demek ki o adam daha yıldız olamamış bir kızı yakaladı.’’

‘‘Evet,’’ demiştim, ‘‘galiba yakaladı.’’


Yıldızlarda çocukları ile buluşan bir baba.
Yıldızlarda Buluşma

Yirmi Beş Çocuk ve Kutsal Görev


Hani aradan yıllar geçmiş, yaklaşık yirmi beş tane çocuğumuz olmuştu. Üçüncü oğlumuz kendini iyice Allah’a adamış, münzevi olarak kadınların yıldızlaştığı o dağda yaşamaya başlamıştı. Bir gün bana arkadan yanaşıp çocuğumuzu ondan kurtarmamız gerektiğini, yoksa okyanusun yine lanetleneceğini söylemiştin.


‘‘Yapamam, güvercini bir daha vuramam.’’

 '‘Yapacaksın, oğlunun yalnız, çocuksuz ve avuntusuz ölmesini mi istiyorsun?’’

   

Ben de yüzümü ekşitmiş, senden tez elden uzaklaşmıştım. Sonra, ‘‘Erkek kadın için değil, Allah için yaratılmıştır,’’ demiştim, ‘‘hangi cüretle ondan sanki kaçılması gereken bir şeymiş gibi bahsedebilirsin?’’

‘‘Oğlumun sadece insan, sıradan bir insan olmasını istiyorum o kadar,’’ demiştin, ‘‘aslında insanın payına düşen biraz insanlık değil midir?’’

    

Sonra titreyen çenenden tutup kendime doğru yükseltmiş, gideceğime ve oğlumu geri getireceğime yemin etmiştim.

    

Evden yalın ayak çıkmış, tenimin kanatan güvercinsiz taşları kefaretim sayıp dağa tırmanmaya başlamıştım. Bulutların içindeki çocuğumun kayan yıldızlardan daha fazla ışık saçtığını fark ettiğimde korkmuş, hemen bir kayayı siper almıştım. Kıyafetimin bir parçasını yırtıp gözlerimi bağlamış, tepeye öyle varmıştım.

   

Bu tırmanışta birkaç defa düşen, kendini artık kırılmayan taşlarla bir bulan vücudum artık iyice olgunlaşmış bir elma gibi olmuştu. Tepeye vardıktan birkaç saniye sonra oğlumu uzun saçlarından tutup kendime doğru çekmeye başlamıştım. Oğlum; kendini dünyaya, eve çekenin şeytan değil de ben olduğumu anlayınca, ‘‘Baba, baba,’’ dedi, ‘‘korkmana gerek yok. Seni asla terk etmeyeceğim.’’

  

‘‘Nasıl terk etmeyeceksin? Onu seven anasını, anasını seven babasını sevemez ki!’’


Çocuk açıldıklarından beri hiçbir şey görmeyen gözlerimi gerçekten ilk defa açmış, beni de yanağımdan öpmüştü. Evet, aslında yıldızlardan daha yüksekte olan bu insanoğlu; günün sonunda hep deniz seviyesinde kalmış bendenizden daha insandı. Kızıl saçları bütün vücudumu bir yılan gibi sarmaladığı zaman bile korkmamış, bir güvercin gibi huzur içinde ölmeyi beklemiştim. Evet, aslında yalnızların ve cüzzamlıların payına düşen sadece o olsa da onun payına da yalnızların temiz çocukları düşüyordu.


İşte, hayatımın son dakikalarında sıcacık bir yatakta yatıyor, hatırladığım her şeyi kızıma yazdırıyorum. Masmavi gözlerinden renksiz sıvı akıtan karımı alnından öpüyor, yıldızlara yükselmiş ilk erkek olan oğlumun elini tutuyorum. ‘‘Korkma,’’ diyor, ‘‘ne olursa olsun seni terk etmeyeceğim.’’ Bir daha bir saniye bile yalnız kalmayacağımı biliyor, asla kendi sesimin içinde kaybolmayacağıma inanıyorum. Günün sonunda sadece yatağında ısınamayanlar teselli için yıldızlara kaçmaz mı?

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
Image by Pavel Aminov

Sosyal Medyada

Mucizelere Tanık Olabilirsiniz

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Twitter

Mucizelere İnan

Gerçek Olsunlar

Her alandan yazarların buluştuğu Mucize Dergi'de hikayeler, makaleler ve ilham dolu içeriklere göz atın. Kendi yazınızı payla

© 2025 by Mucize Dergi

Image by Andrew Neel

Yolculuğumuza Siz de Dahil Olun!

Mucize Dergi’de her fikir değerli, her ses duyuluyor. Aramıza katılın ve bu yolculukta birlikte yürüyelim!

Aramıza Katıldığınız için Teşekkürler :)

bottom of page