Almodóvar’ın Renkli ve Duygusal Dünyasında Yürümek
- Zeynep Kılıç
- 6 gün önce
- 5 dakikada okunur

Franco Dönemi ve Sinemanın Dönüşümü
Franco dönemi İspanyol sineması, sistematik sansür ve devlet-kilise iş birliği ile sıkı bir denetim altındaydı (Görenli). Sinema, halkı şekillendirmek ve rejimin değerlerini empoze etmek için kullanılıyor; birçok yönetmen ve entelektüel sürgüne gitmek zorunda kalıyordu. Carlos Saura gibi yaratıcı yönetmenler mesajlarını şaka, ironi ve alegorik yöntemlerle gizlice iletirken, ünlü eserler sansürden ağır şekilde geçiyordu. Örneğin Ernest Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı romanı, siyasi tehlike olarak görüldüğü için İspanya’da uzun süre yayınlanamadı ve filmi sansürlenmiş şekilde gösterildi [1].
Franco sonrası İspanyol sineması özgürleşti; Madrid Hareketi (La Movida Madrileña) sayesinde toplumsal, kültürel ve cinsel tabular yıkıldı, ifade özgürlüğü ve bireysel kimlikler görünür hâle geldi. Bu yeni ortamda Pedro Almodóvar sinemasına damgasını vurdu. Franco döneminden kalan cinsel, ulusal, kültürel ve dini kimlikleri yeniden şekillendirerek, kadın merkezli, renkli ve melodramatik bir sinema dili geliştirdi. Filmlerindeki karakterler tek boyutlu değil; her biri zaaflı, çelişkili ve gerçekçidir [2].
Pedro Almodóvar’ın sinemasında kadın merkezli bakış açısının ve karakterlerin kökeni, çocukluğuna kadar uzanır. Almodóvar kısıtlı imkanlara sahip bir ailede doğmuştur. Ataerkil bir düzene sahip bir evde büyümüştür. Almodóvar’ın iki kız ve bir erkek kardeşi vardır.
Almodóvar’ın Kökenleri: Çocukluk ve Madrid Yılları
Çocukluğunun izleri filmlerinde sıklıkla kendini gösterir. Örneğin; Dolor y Gloria filminde kadınların şarkı söyleyerek çamaşır yıkadığı sahne ya da Volver’deki kadınların mezarlık ziyareti, bize bu izleri gösterir. Küçük yaşta tiyatroya ve sinemaya duyduğu merak, sahne ve perdeyle ilk temasını sağladı. Aynı zamanda müzik de onun dünyasında önemli bir yer tuttu; özellikle annesinin köyde çamaşır yıkarken söylediği halk şarkıları ve çevresindeki kadınların mırıldandığı ezgiler, kulaklarında derin izler bıraktı. Bu melodik hafıza, yıllar sonra Almodóvar’ın filmlerinde Alberto Iglesias’ın bestelediği müziklere yön verirken, melodramatik atmosferin duygusal zeminini besleyen bir kaynağa dönüştü [3].

1958 yılında ailesi onu Katolik bir okula göndermiştir; sesi çok güzel olmasına rağmen okul hayatını sevmemiş, erkek öğrencilerin gördüğü kötü muamele ve istismar, Dark Habits ve Bad Education gibi filmlerine yansımıştır. Katolik okulu 16 yaşında bitirip Madrid’e gitme isteğini dile getirmesi, onun bağımsızlık arayışının ve kendi kimliğini kurma çabasının erken bir göstergesidir. Bu erken deneyimler, Almodóvar’ın sinemasındaki aile, cinsellik, dini normlar ve bireysel özgürlük temalarının temelini oluşturur.
Madrid yılları, Pedro Almodóvar’ın sinemasını şekillendiren en kritik dönemlerden biridir. Franco rejiminin sinema okulunu kapatması nedeniyle formal bir eğitim alamayan Almodóvar, bu eksikliği kendi yaratıcı yollarını keşfederek telafi etti ve deneysel, özgün bir sinema dili geliştirdi. 1969’da Telefónica’da memur olarak çalışmaya başladığında, Madrid’in entelektüel ve karşı kültürel atmosferiyle tanıştı. Bu dönemde Super-8 kamerayla kısa filmler çekti, Kutsal Kitap’taki öykülerden parodiler üretti ve canlı hikâye anlatımıyla ses efektlerini deneyimledi. Telefónica’da çalıştığı dönem ofisteki kadın çalışanları gözlemlemesi filmlerindeki kadın karakterlerin derinliği ve özgünlüğü için ona bir temel oluşturdu. Carmen Maura ile tanışması, kültür dergilerinde yazı, fotoğraf ve müzik çalışmaları yapması, onun sanatın farklı alanlarını deneyimlemesini ve disiplinler arası bir bakış açısı geliştirmesini sağladı [4].
Almodóvar’ın Madrid’deki gençlik yılları, La Movida hareketiyle örtüşür; 70’li yılların gece hayatı, alternatif kültür mekânları, tabuların yıkıldığı, ifade özgürlüğünün yükseldiği ortam, onun film konularına ve estetik tercihine doğrudan yansıdı. Kültürel değişimin ve karşı kültürün etkisiyle Almodóvar, kadın merkezli, renkli ve melodramatik bir sinema dili geliştirdi; karakterleri iyi ya da kötü olarak tek boyutlu değil, çelişkili ve gerçekçi hâle geldi. Telefon santralinde memuriyet yaptığı yıllarda gözlem yeteneğini keskinleştirdi, günlük hayattaki küçük ayrıntılar, kadınların yaşam mücadeleleri ve toplumsal rolleri, onun filmlerinde tekrar eden temalar hâline geldi.

İlk uzun metrajlı filmi olan Pepi, Luci, Bom ve Diğer Sıradan Kızlar’da, bu dönemdeki kültürel değişimi kadınların gündelik yaşamlarını punk kültürüyle birleştirerek gösterdi. Kimlik, şiddet, sadomaso ilişkiler ve yeni sosyal ilişkiler gibi temalar da bu dönemin etkisiyle Almodóvar’ın sinemasında görünür hale geldi.
Olgunluk Dönemi: Uluslararası Başarı ve Kişisel Sinema
1985’te erkek kardeşi Agustín’le birlikte El Deseo’yu kurması, Almodóvar’ın sinemada kendi tutkularını yansıtabileceği bağımsız bir alan yaratmasını sağladı. O tarihten bu yana, bir filmin prodüksiyon sürecinin her aşamasında söz sahibi oldu; yalnızca senaryolarını yazmakla kalmadı, aynı zamanda oyuncu seçiminde de her zaman kendi etrafında oluşan sadık bir ekiple çalıştı. Bu kontrol, onun auteur kimliğini güçlendirdi. 1990’ların sonunda gelen All About My Mother (1999), çocukluğundan ve kadınlara dair gözlemlerinden beslenirken, Bad Education (2004) Katolik okul yıllarının izlerini sahneye taşıdı. Böylece filmleri hem kişisel tarihinin hem de Madrid’in kültürel dönüşümünün izlerini taşımaya devam etti.
Almodóvar’ın kadın merkezli bakış açısı ve kadınlar arasındaki dayanışmayı öne çıkarması beni her zaman etkiliyor. Mesela Women on the Verge of a Nervous Breakdown’da kadınların kaotik ve özgür halleri ekrandan taşarak bana ulaşıyor. Renklerin coşkusu ve karakterlerin enerjisi, sanki üzerimdeki bir yükü kaldırıyormuş gibi hissettiriyor.
Talk to Her ise bambaşka bir deneyim. Sessizliğin ve bakışların yoğunluğu izleyiciyi içine çekiyor. Etik açıdan rahatsız edici olsa da iki yalnız karakterin hikâyesi iletişimsizlik ile bağ kurma arasındaki ince çizgide ilerliyor. Bir hareket, bir bakış, bir ışık yansıması bile anlam kazanıyor. En rahatsız edici anlar bile melodramın renkleri içinde başka bir boyuta bürünüyor. Almodóvar bize aşk ile bencillik arasındaki sınırın ne kadar ince olduğunu hatırlatıyor. Finalde kamera Alicia ve Marco’ya yaklaştıkça anlıyoruz ki, aşk karmaşanın ortasında değil; en sade, en sessiz bakışlarda filizleniyor. Talk to Her, 2003’te “En İyi Özgün Senaryo” Oscar’ını kazanmıştır. Ayrıca “En İyi Yönetmen” dalında da aday olmuştur.

Volver ve Parallel Mothers, yönetmenin annelik ve geçmişle hesaplaşma temasını en güçlü işlediği filmlerden. Penélope Cruz’un karakterleri, geçmişin yükünü taşırken kırmızı ve pembe tonlar tutkuyu ve acıyı her sahnede görünür kılıyor. Ayrıca Almodóvar’ın hep aynı oyuncu kadrosuyla çalışması bana sıcak bir his veriyor. Carmen Maura’dan Antonio Banderas’a, Rossy de Palma’dan Penélope Cruz’a… Bu isimlerin tekrar tekrar karşımıza çıkması, onun sinemasına nostaljik ve samimi bir bağ katıyor.

Yakın zamanda izlediğim Dolor y Gloria ise yönetmenin bence en kişisel filmlerinden biri olma niteliği taşıyor. Antonio Banderas’ın canlandırdığı Salvador Mallo, geçmişiyle yüzleşirken Almodóvar da kendi kırılganlığını açığa çıkarıyor. Film, renkler, müzik ve objeler arasında görünmez iplerle örülmüş bir içsel yolculuk gibi. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki geçişler de bu yolculuğu daha da derinleştiriyor.

İki yıl önce Filmekimi’nde Almodóvar’ın iki kısa filmini izleme fırsatı buldum. İlki, Tilda Swinton’ın oynadığı ve Jean Cocteau’nun oyunundan uyarlanan The Human Voice’tu. Bu film aynı zamanda yönetmenin ilk İngilizce yapımıydı. Diğeri film ise Ethan Hawke ve Pedro Pascal’ın rol aldığı Strange Way of Life. Bu film western bir filmdi. Bu yüzden çoğu kişiye göre Brokeback Mountain’a Almodóvar’ın cevabıydı. Brokeback Mountain önce ona teklif edilmiş ama Almodóvar istediği özgürlüğü bulamayacağını düşünerek kabul etmemiş. Almodóvar 2024’te Tilda Swinton ile yeniden çalışarak ilk İngilizce uzun metraj filmi The Door Next Room’u çekti.

Almodóvar’ın sinemasında gerçek ile kurgu arasındaki çizgi her zaman ince. Bir sahne hem olağanüstü hem tanıdık hem duygusal hem de felsefi olabiliyor. Onun filmleri benim için bir yürüyüş gibi; adım adım farkındalık kazandıran, renklerle ve melodramla örülü bir deneyim. Zamanın önemi yok; sadece izlemek, hissetmek ve Almodóvar’ın dünyasında yürümek var. Bugün, 22 Eylül’de bu satırları yazarken, 24 Eylül’de 76 yaşına girecek Pedro Almodóvar’ı anmak istiyorum. Resmî kayıtlarda doğum tarihi 25 Eylül görünse de aslında 24 Eylül’de doğmuş. Küçük bir anma, onun renkli ve melodramatik dünyasına bir selam; filmlerinin yarattığı ilham ve enerjiyi, doğum günü vesilesiyle hatırlamak için hoş bir detay. Dahası, yaşına rağmen hâlâ böylesine üretken, meraklı ve yenilikçi kalabilmesi, sinemayı hep taze bir bakışla beslemesi bence en büyük iltifatı hak ediyor.
Kaynakça:
[1] Yener Gökşenli, E. (2019). Franco İspanya’sında Sinema: Edebiyat Uyarlamaları ve Sansür. sinecine: Sinema Araştırmaları Dergisi, 4(2), 119-133.
[2] Soydan, M. (2011). Pedro Almodovar'ın Sinemasında Homoseksüeller. Erciyes İletişim Dergisi, 2(2).
[3] Eken, A. N. (Sunucu). (2022, 10 Eylül). Pedro Almodóvar (Birinci Bölüm): Çocuk yıllarından Madrid’e doğru [Sesli podcast bölümü]. İçinde Derslik. Spotify.
[4] Eken, A. N. (Sunucu). (2022, 3 Kasım). Pedro Almodóvar (İkinci Bölüm): Madrid Yılları ve La Movida Madrileña [Sesli podcast bölümü]. İçinde Derslik. Spotify.
akıcıydı