top of page

Çağımızın Psikolojik Rahatsızlıkları: Anksiyete ve Panikatak

Güncelleme tarihi: 26 Şub


Anksiyete atağı geçiren bir kadın fotoğrafı.
Anksiyete Atağı Geçiren Bir Kadın

Anksiyete ve Kaygı Aslında Nedir?


Kaygı, mevcut ya da gelecekte olabilecek bir tehdit veya tehlike durumuna karşı kişinin yaşadığı, rahatsızlık veren ve hoş olmayan bir duygusal durumdur. Normal koşullarda kaygı, evrimsel süreçte insan için faydalı bir duygu olarak ortaya çıkmıştır. Kaygının temel işlevi, bireyin potansiyel tehlikelere karşı korunmasını ve hayatta kalmasını sağlamaktır. İnsan vücudu, olası bir tehdit algıladığında buna tepki olarak bir kaygı oluşturur. Bu kısa süreli kaygı tepkisi, bilimsel olarak "savaş-kaç tepkisi" (fight-flight reaction) olarak adlandırılır. Bu tepki, psikolojik ve fizyolojik semptomların, tehlikeyle yüzleşmek ya da ondan kaçmak için ortaya çıkmasını sağlar. İlkel yaşam koşullarından günümüzün görece güvenli ortamlarına kadar bu mekanizma, içgüdüsel bir şekilde işlev göstermeye devam etmektedir.


Örneğin, bir ormanda yalnız olduğunuzu hayal edin. Ağaçlar arasında yürürken size zarar verebilecek bir vahşi hayvanı fark ettiğinizi düşünün. “Bunu yaşasaydınız ne tepki verirdiniz?” sorusunun size yöneltildiğini varsayalım. Muhtemelen cevap verecek kişilerin hemen hepsi “Kaçardım, güvenli bir alan bulmaya çalışırdım.” gibi cevaplar verecektir çünkü insanoğlu, kendini korumaya yönelik evrimleşmiştir. O anda kaygı duymuyor olsaydınız, büyük olasılıkla kaçmak, güvenli bir yere saklanmak yerine yürümeye devam eder ve hayvan tarafından zarar görebilirdiniz ancak tehlike unsurunun tetiklediği savaş-kaç tepkisi (anksiyete), vücudun alarm mekanizmasını harekete geçirerek sizi hızlıca güvenli bir alana yönlendirir ve korunmanızı sağlar. Buradan çıkaracağımız sonuç çok yalındır. Anksiyetenin amacı, bireye zarar vermek değil, aksine onu korumaktır.


Anksiyetenin Fizyolojisi


Savaş-kaç tepkisi verildiğinde kalp atış hızı, kan basıncı, solunum hızı ve serum kolesterolünde artış meydana gelir. Beyindeki hipotalumus, bir stresör ile karşılaştığında iki büyük stres reaktivite yolağını harekete geçirir. Bunlar, endokrin sistem ve otonom sinir sistemidir. Endokrin sistem, fizyolojik fonksiyonları düzenleyen hormonlardan oluşurken otonom sinir sistemi, sempatik ve parasempatik olmak üzere iki alt sisteme ayrılır. Bu sistemlerin görevini çok basit bir şekilde açıklayacak olursak enerji seviyemizi düzenlemek, harekete hazırlanmak ve sonrasında vücudu eski hâline döndürmektir.


Sempatik sinir sistemi, böbrek üstü bezlerinden adrenalin ve noradrenalin hormonlarının salgılanmasında rol oynar. Bir tehdit ya da tehlike algılandığında, sempatik sinir sistemi devreye girer ve bu hormonların salgılamasını başlatır. Bu süreçte titreme, terleme, kontrolü kaybetme korkusu, mide bulantısı, baş dönmesi, bayılma hissi gibi belirtiler görülebilir ancak vücut bir sistem olduğu için, savaş-kaç tepkisi tamamlandıktan sonra parasempatik sinir sistemi devreye girerek bu tepkileri dengeleyecektir.

Parasempatik sinir sistemi, sempatik sistemin aşırı çalışmasını önler ve artan aktiviteyi yavaşlatarak vücudu normal durumuna döndürür. Sempatik sistem devre dışı kaldığında, salgılanan kimyasalların etkisi bir süre daha devam edebilir. Bu durumun sonucunda titreme, baş dönmesi ya da endişe hâli gibi belirtiler bir süre daha görülebilir ancak bu semptomlar doğal bir süreçtir ve zamanla tamamen geçer.



Parasempatik ve sempatik sinir ilişkisini anlatan bir tablo.
Parasempatik ve Sempatik Sinir Sistemi

Panikatak ile Anksiyetenin İlişkisi


Şimdiye kadar savaş-kaç tepkisi ve kaygının fizyolojisinden bahsettik. Peki, bütün bunların panikatak ile ne ilgisi olabilir? Panikatak yaşamış okuyucularımın aklında “Ortada bir tehlike unsuru yok, vücudum neden savaş-kaç tepkisi yaratıyor?” sorusunun dolaştığını tahmin edebiliyorum.


Yapılan araştırmalardan sonra panik bozukluğu olan hastaların, savaş-kaç tepkisinin ortaya çıkardığı semptomlardan korktukları ortaya çıkmıştır çünkü genellikle panikatak esnasında sık yaşanılan ve en çok rahatsız eden durumlar kontrolü kaybetme, çıldırma ve ölüm korkusu olarak aktarılır. “Kalp krizi geçirdiğimi düşünüyorum, ölmekten korkuyorum. Kontrolü kaybetmekten korkuyorum.” söylemleri, panik bozukluğu bulunan danışanların psikoterapi seanslarında en sık söylediği cümlelerdir.


Yaşanılan semptomların, durumun bir parçası olduğunu daha önce konuşmuştuk. Buna karşılık olarak beyin, somut bir tehlike veya tehdit unsuru arar. Bulamadığı takdirde kişi kalp krizi geçiriyor olma korkusu, ölüm korkusu, çıldırma korkusu gibi düşünceleri geliştirir.

Bu kısma kadar okuduğunuzu ve hâlâ aklınızda “Başlangıçta ortada bir tehlike unsuru yokken nasıl oluyor da vücudum savaş-kaç tepkisi üretmeye başlıyor?” sorusunun kafanızı meşgul ettiğine eminim. Bu durumu yaşamanızın birçok basit sebebi olabilir. Sürekli olarak maruz kalınan stresörler, adrenalin ve diğer kimyasalların miktarında artışa sebep olup bir süre yüksek seviyelerde kalabilir. Diğer bir olasılık, tüm insanların yaşayabildiği ancak fark edilemeyen (hızlı yürüyüş sonrasında nefes alış hızında artış, kahve içtikten sonra yaşanabilen çarpıntı ve huzursuzluk duygusu vb.) vücut değişikliklerinizi sürekli olarak dikkatli biçimde izleyip kontrol ediyor olabilirsiniz. Bu durum karşısında yaşanılan her değişim, panikatak sinyali olarak algılanabilir ve savaş-kaç tepkisi devreye girebilir. Yaşanılan olumsuz deneyimler sonrasında “Ya olursa?” düşüncesi ile vücudumuzun sinyallerine daha fazla odaklanmak problemi daha karmaşık bir duruma getirebilir; kişide umutsuzluk hissi, benlik değerinde düşüş, içsel gücün kaybı, sevilen etkinliklere karşı ilgide azalma, gerginlik gibi semptomların oluşumunda rol oynayabilir.


Panik atak krizi geçiren bir kadın.
Panikatak Krizi Geçiren Bir Kadın

Vücudumuz bir sistemdir ve sempatik sinir sistemi, eninde sonunda savaş-kaç tepkisini yeterli görerek parasempatik sinir sistemini aktive edecektir. Savaş-kaç tepkisi anında ortaya çıkan semptomlar kişiye zarar verecek bir boyuta ulaşmaz, ölüme, çıldırmaya yol açmaz.


Panikatak yaşayan bireylerin yaşadıkları semptomlara göre öncelikle alanında uzman hekimlerle (kardiyolog, nörolog vb.) görüşerek tıbbi muayeneden geçmesi önemlidir. Tıbbi bir problemi bulunmadığı tespit edilen bireylerin panikatak esnasında yapılması gereken şey, %100 bir kesinlikle yaşanılan semptomların tehlike arz etmediğine inanmaktır. Belirli bir süre sonrasında korku ve panik artık görülmediği gibi, ataklar tamamen ortadan kalkacaktır. Tabii ki daha öncesinde panikatak deneyimlemiş bir kişi için atak esnasında düşünülenler, otamatik düşünce hâline gelmiş olabilir ve yaşanılan durumun tamamen zararsız olduğuna kendini inandırması güç ve zaman alıcı olabilir.


Yapılan birçok kontrollü çalışma ile Bilişsel Davranışçı Terapi yönteminin tedavide hastaların %80’inde etkin sonuçlar verdiği ve tedavi sonrasında %70-80’lik bir kısmında iyilik hâli sürdürülebilir.



KAYNAKÇA:

Clark DM. Panic disorder: From theory to therapy. In P. M. Salkovskis (Ed.), Frontiers of cognitive therapy New York: Guilford Press 1996;318-44.

 

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
Sarma Dergileri

Sosyal Medyada

Mucizelere Tanık Olabilirsiniz

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Twitter

Mucizelere İnan

Gerçek Olsunlar

Her alandan yazarların buluştuğu Mucize Dergi'de hikayeler, makaleler ve ilham dolu içeriklere göz atın. Kendi yazınızı payla

© 2025 by Mucize Dergi

Moda yayılır

Yolculuğumuza Siz de Dahil Olun!

Mucize Dergi’de her fikir değerli, her ses duyuluyor. Aramıza katılın ve bu yolculukta birlikte yürüyelim!

Aramıza Katıldığınız için Teşekkürler :)

bottom of page